Rüzgâr Mazbut, Tayyare Yallah
Havacılık zor iştir, bilgi ister, azami dikkat ister, streslidir fakat keyiflidir. İşte bu çalışma ortamında öyle anılar olur ki dinlemeye doyulmaz.
Yıllar önce web ortamında havacılık duayeni Kami Kayagündüz ile yapılmış bir röportaj okumuştum, şimdi onu burada paylaşıyorum. Röportaj 2006 yılında yapılmış.
Rüzgâr Mazbut, Tayyare Yallah
Tarih, 1970’li yıllar. Yer, Yeşilköy Havaalanı. Uçakların biri inip biri kalkıyor. Mısır Hava Yolu Şirketi Egypt Air ilk Türkiye seferini İstanbul’a yapmış ve dönüş için kalkmaya hazırlanmaktadır. Kuleden uçağın pilotuna İngilizce olarak seslenilir: “Piste çıkıp acele kalkabilir misiniz? Rüzgâr normal, kalkış serbest.” Mısır uçağının kaptan pilotu cevap verir: “Tamam.”
Bu cevap üzerine inişe hazırlanan bir başka uçağa alçalma talimatı verilir. Ama ortada garip bir durum vardır. Mısır uçağı bir türlü kalkış yapmaz. Bunun üzerine kule görevlisi yeniden seslenir: “Piste çıkıp acele kalkabilir misiniz? Rüzgâr normal, kalkış serbest.” Pilot, yine tek kelimelik bir cevap verir: “Tamam.”
Alana inmek için başka uçaklar da izin istemeye başlamıştır. Kule görevlisi telaşlanır ve son durumdan şefini haberdar eder. Bu kez şef aynı cümlelerle Mısırlı pilota seslenir: “Piste çıkıp acele kalkabilir misiniz? Rüzgâr normal, kalkış serbest.” Mısır uçağı yine kalkış yapmaz. Bu kez kule şefi pilota şöyle seslenir: “Rüzgâr mazbut, tayyare yallah!” Bu sözcüklerin ardından uçak alandan havalanır.
Fıkra gibi olayın başkahramanı o dönemde kule şefi olarak görev yapan Kami Kayagündüz’den başkası değil. “Baba Kami, Kont Kami” gibi lakaplarla anılan Kayagündüz (73) stresli günlerin acısını çıkarıyor şimdi. Emekli olduğu 1997 yılına kadar yaklaşık 40 sene boyunca Yeşilköy Havalimanı’nda (şimdiki ismiyle Atatürk Havalimanı) uçakların iniş ve kalkışlarında kontrolör olarak görev yapmış.
Aktif görev alarak çalıştığı 1960’lardaki teknoloji ile bugünkünün kıyaslanamayacağını dile getiren Kayagündüz, elektrik kesintilerinde jeneratörün zaman zaman devreye geç girdiğini hatırlatarak, “Uçaklar havada iken alan bir anda kapkaranlık olurdu. Biz de alanı gaz lambaları ile aydınlatırdık.” diyor. Bugün belki komik olarak nitelendirilebilecek bu işlem için o dönemde havaalanı yetkililerine itfaiye araçları yardımcı olur. İtfaiye ekipleri, “ördek” adı verilen ve rüzgârda sönmemesi için mahfazası olan bu gaz lambalarını yakıp hazır hale getirir ve “Follow Me-Beni Takip Et” adı verilen araçlarla alana lambaları tek tek yerleştirir.
Bugün fiyat indirimi yaparak birbirleriyle kıyasıya rekabet eden özel hava yolu şirketleri de yoktur o tarihlerde. Sadece Türk Havayolları (THY) vardır. Kullanılan uçak modelleri de bugünküler gibi her biri teknoloji şaheseri değildir. Örneğin THY’nin kullandıkları, 4 pervaneli motora sahip Viscount model uçaklardır. Yabancı havayolu şirketi olarak Air France, Pan American, KLM, Lufthansa Türkiye’ye yolcu taşımacılığı yapmaktadır. Onların kullandığı uçak modeli ise genelde Comet’tir.
İSTANBUL-ANKARA ARASI 2,5 SAAT SÜRERDİ
Aradan geçen yıllar teknolojide ne kadar ileri gidildiğini de gösteriyor aslında. O dönemin en ileri teknolojisiyle üretilen bu uçaklarla İstanbul-Frankfurt arası yaklaşık 5,5-6 saat sürer. Ankara’ya gitmek ise 2-2,5 saati bulmaktadır. Oysa bugün iki metropol arası sadece 45 dakika sürüyor.
Değişen sadece uçaklar değil elbette. Türkiye’nin ne kadar kalkındığını da gösteriyor İstanbul’daki havalimanında yaşanan gelişmeler. 1960’larda Yeşilköy Havaalanı’nın pist boyu 1850, eni ise 24 metredir. Sadece Ataköy ve Florya yönünde olanı vardır. Günde 15-20 uçak ancak iniş kalkış yapmaktadır. Halbuki bugün alana da her gün yaklaşık olarak 750 uçak iniş-kalkış yapıyor.
Kami Kayagündüz’ün anlattığı hatıralar da bunu doğruluyor zaten. 1960’larda gökyüzünde şimdiki gibi “hava trafiği” yoktur.
Kaldı ki böyle bir kavram da pek bilinmemektedir. Dönemin ulaştırma bakanı Saadetin Bilgiç, 1967’de Yeşilköy Havaalanı’nı ziyaret eder. Bu sırada çıktığı kuleden gökyüzünü de seyreder. Çevresindekilere, “Bu uçaklar koskoca gökyüzünde kendi başlarına yönlerini bulamıyorlar mı?” diye bir espri yaparak o yıllarda kulenin ve hava trafiğinin önemine dikkat çeker.
“Değil hava trafiği, 1975’lere kadar radar yoktu.” diyor, Kami Kayagündüz Kontrolörler olarak kendilerinin de radarı merak ettiklerini anlatıyor heyecanla: “ALS sistemini kullanıyorduk o zamanlar. Uçakları gökyüzünde sıralar ve bekletirdik. Radar teknolojisinin olmaması, havada gereksiz beklemelere yol açıyordu. Kısacası göz yolu ile tespitler yapıyorduk.” Nihayet 1975’te radarla tanışırlar hava kontrolörleri. Amerikalı bir heyet Türkiye’ye gelip radar dersleri verir. Kami Kayagündüz ve arkadaşları da kısa sürede yeni sisteme adapte olur.
SEBZE ARABASI BOŞ YOL DİYE ALANA GİRDİ
Hava kontrolörleri gökyüzündeki trafiğe yön vermekle sorumlular. Peki ya karadaki trafik. 1962’de ilginç bir olay yaşanır havalimanında. Trafiğin henüz yeni hareketlendiği sabah saatleridir. THY uçağı İzmir’den geliyordur. Kule pist numarasını verir, “İniş serbest” diye. Ancak uçak pisti pas geçer. Kule, “Kaptan ne oldu?” diye sorduğunda ilginç bir cevap alır uçaktan: “Pistte kamyon var.” Dürbünle piste baktıklarında pırasa, domates, lahana yüklü bir kamyon görürler. Hemen araç kenara alınır. Şoföre sorarlar ne işin var pistte diye. Meğer halden sebze taşıyormuş. Pisti boş yol zannederek kırmış direksiyonu içeriye.
Komik olaylar sadece bunlar değil tabii ki. 1970’te Pan American Havayolları jumbo seferlerine başlar. Londra’dan aldığı 425 yolcuyla uçak İstanbul’a inmeye hazırlanmaktadır. Öğle saatlerinde uçağa izin verildiğinde kuledeki Kami Kayagündüz ve arkadaşları pistte bir manda olduğunu fark eder. Yaşadıklarını şöyle anlatıyor Kayagündüz: “Araç gönderdik ama hayvanı bir türlü pistten çıkaramadık. Bunun üzerine askerden yardım istedik. Bu sırada uçağa da pas geçmesini söyledik. ‘Neden?’ diye sorunca, ‘Manda on the active runway’ dedik. Aklımıza mandanın İngilizce ismi gelmedi o anda. Uçak havada 15 dakika döndü durdu. Askerler mandayı vurunca hayvan iyice çıldırdı. Mandayı alandan çıkaramayınca uçağı Ankara’ya göndermek zorunda kaldık. Sonraları İngiliz uçağına söylediğimiz ifade bir deyim olarak kaldı aramızda: “Manda on the active runway”.
1979’un yaz aylarında da ilginç bir olayla karşılaşır kuledekiler. Bu kez karşılarından manda değil, bir insan vardır. THY Ankara uçağı inişe geçtiği sırada kulenin haberi olur pistteki şahıstan. Zira uçak pas geçer pisti. Alanda yarı çıplak, üzeri kan revan içinde bir adam uçaklara el kol hareketleri yapmaktadır. Meğer bu şahıs Bakırköy’deki akıl hastanesinden kaçmış.
Kami Kayagündüz’ün hatıralarından eski İstanbul’a ait izler de çıkıyor ortaya. Hafta sonları Florya’daki plaja giden gençlerin havaalanından geçtiğini, onları toplamak için çok yorulduklarını anlatıyor. Bir de pilotların korkulu rüyası olan uçurtmaları uçurmak için alana gelenlerin kendilerini çok uğraştırdığını söylüyor. “Güvenlik açısından uçurtmaları toplardık. Alanın telle kapatılması çok sonraları oldu.” diyor.
Emekli kontrolörün hatıralarından belki de en güzeli 1991’de yaşanan şu hadise: “Sabaha karşı, Special Kargo şirketinin kiraladığı ve Bombay’dan gelen bir uçak arıza sebebiyle acil iniş yaptı alana. İçi New York’a götürülecek orkide çiçekleriyle doluydu. Hangara çekilen uçağın tamiratı birkaç gün sürecek denildi. Bunun üzerine şirket yetkilileri, orkideler bozulmasın diye çiçekleri havalimanındaki personele dağıttı. Herkesin elinde orkide vardı o gün; hamalından pilotuna kadar.”
Kami Kayagündüz’e son olarak görev yaptığınız sırada büyük bir kazayı önlediğiniz oldu mu diye soruyoruz. Böyle bir hadisenin 1983’te yaşandığını şöyle anlatıyor: “Air France Havayolları’nın Paris-İstanbul seferini yapan uçağı öğle saatlerinde inişe hazırlanıyordu. Kuleden bakınca uçağın tekerleklerini açmadığını fark ettim. Hemen alanı pas geçmesi için pilotu uyardık. Uçak daha sonra tekerleklerini açarak inişe geçti. Bu uyarım üzerine Air France’ın Paris’teki merkezinden şahsım ve ekibime bir tebrik yazısı gönderildi.”